Futbolun ‘kelle’ sayısına göre gelişmesi öngörülen tek ülke Türkiye oladursun, bu geyikler her sezon farklı bir başlıkta kendini yinelemeye devam ediyor.
Futbolda yeni Alman devriminin başlangıç noktasına baktığımızda, Türkiye’nin 3. olduğu, Almanya’nın ise finalde kaybettiği 2002 Dünya Kupası gerçek hikâyenin başlangıç tarihi. Hatta tam olarak Franz Beckenbauer’in final sonrası yaptığı şu hayati açıklama: “Dünya Kupası’nda ikinci takım olduk ama en iyi ikinci takım olmadığımızın farkındayız. Gereken yatırımları yapmalıyız”
Ulusal Uyum Planı ve Yeni Futbolcu Profili
Evet, Türkiye çılgınlar gibi Avrupa ülkesi yenmeden aldığı Dünya üçüncülüğünü kutlarken, tarihinde 3 Avrupa, 3 de Dünya şampiyonluğu bulunan Almanya’nın en büyük futbol adamı yetersizliklerinden bahsediyordu. Almanlar Asya’daki turnuvada aldıkları skorlara aldanmayarak yepyeni bir atılıma gittiler ve Türkiye’de ‘Alman futbol devrimi’ olarak bildiğimiz harekete başladılar. Modern futbolda başarılı olabilecek oyuncu portföyünü yeniden çıkardılar. Oyuncular için gerekli fiziksel şartlardan, pozisyonlar için gerekli yeteneklere kadar her şeyi yeniden tespit etme yoluna gittiler. Bununla yetinmediler ve daha önemli bir işe imza atarak göçmenleri değerlendirmek için küçük bir kitap kalınlığındaki ‘Ulusal Uyum Planı’ projesini devreye soktular. Bu projede İspanyol asıllı Mario Gomez, Polonya kökenli Podolski ile Klose, Kuzey Afrika asıllı Sami Khedira ve kardeşi Gana’da oynayan Jerome Boateng’in yolunu tamamen açtı.
2003’te ülkenin 366 farklı yerinde alt yapı tesisi oluşturarak 8 ile 14 yaş arası 15 bin yetenek keşfedilecek şekilde ‘yetenek taraması’ yapan Almanya Federasyonu, bu oyuncuların geleceği ile ilgili her şeyi önceden planlamıştı. Bu oyuncular en az UEFA B Lisansına sahip olan 1000 koç tarafından çalıştırıldı ve analiz edildi. Defansif ve ofansif oyuncular olarak ikiye ayrılan genç yetenekler, savunma ve hücum hatlarının her yerinde oynayabilecek ve iki ayağını da etkili kullanabilecek şekilde yetiştirilmeye başlandı. Robin Dutt, İngiliz basınından Guardian’a verdiği röportajda futbolcu portföyündeki değişikliği şöyle açıklıyordu:
“Eskiden oyuncular uzun boylu ve fizikliydi. Bir de de şimdiye bakın. Xavi, İniesta, Messi hepsi kısa, kıvrak ve teknik oyuncular. Defansta ise büyük oyunculara ihtiyacımız vardı. Örneğin Hummels çok uzun bir oyuncu ama topla da çok iyi. Ancak 1982’de olsaydı Hummels defans yerine 10 numara olarak oynardı. 70’lerde Beckenbauer 10 numara olarak oynarken, Hans-Georg Schwarzenbeck İngiliz oyuncuların peşinden koşup topu Beckenbauer’e atıyordu. Ancak şimdi bu görevi Hummels yapıyor ve hem Schwarzenbeck hem de Beckenbauer’in özelliklerinden taşıyor”
Zaten Robin Dutt’un eski takımı Freiburg, son 7 senede 4 Gençlik Kupası ile alt yapı devriminde başı çekti. Hatta Freiburg 2012’de 25 kişilik kadrosunda 10, muhtemel 11’inde ise 6 alt yapı ürünü barındırıyordu. Teknik heyet ve futbolcularına sezonluk toplam 18 milyon Euro gibi komik bir maaş ödeyen Freiburg, bu başarısını A Takım’a taşımakta da gecikmedi ve 2011-2012 sezonunu 5. bitirerek Avrupa Ligi’ne kalmayı başardı.
Akademilere Para Yağıyor
Gençlik akademisi olmayan takımlara pro-lisans vermeyen Almanya Futbol Federasyonu (İngilizlerde akademi içinde sınıf şartı bile var), 2006 Dünya Kupası sayesinde yenilenen stat ve tesislerin de ekmeğini yedi. 2001’de başlayan akademi furyasına ise 12 yıllık süreçte toplam 800 milyon Euro’nun üzerinde para yatırıldı. 2001’de 48 milyon Euro ile başlayan yatırım, yıllar içinde katlanarak 2013’te 100 milyon Euro’nun üzerine çıktı. Ortalama olarak kulüpler bütçelerinin %8-10’unu akademilerine aktarırken, Bayern Münih’te akademiye giden para 10 milyon Euro civarına kadar yükseldi ve Bavyera ekibi bu alanda zirvenin sahibi Barcelona ile yarışa girdi! Türkiye’de alt yapısı ve öz kaynakları ile şampiyonluklar yaşayan Trabzonspor’un geçen sezonki akademi bütçesi ise yaklaşık 2 milyon lira, yani 800 bin Euro civarıydı. Bu paranın 1.5 milyon Lira’sı ise zaten TFF’den geliyordu.
Tabii Türkiye’de alt yapı oyuncuları okul derslerinden ‘rica-minnet’ politikası ile geçerken ve derslerin büyük çoğunluğuna girmezken Almanlar bunun da çözümünü buldu. Akademi içinde psikolojik destek ve etüt ortamı bir yana; akademilere katılan gençler özel bir okul programından da geçiyor. Kulüplere maksimum 10 dakika uzaklıktaki okullarda eğitim gören gençler, tüm derslerini geçmezse futbolculuk hayalini de çöpe atmış oluyor. Federasyon, anlaşmalı okullara da her yıl ortalama 30 bin Euro’luk bir destek veriyor. Türkiye’de ise futbolcuları kapmak için kapışan okulların en büyük derdi, liselerarası futbol turnuvalarında dereceye girmek ve gazetelerin kıyısına köşesine adlarını yazdırabilmek.
Bu yatırımların karşılığını Almanya her alanda aldı tabii ki. A Takım ve U seviyelerde istikrarlı olarak başarılı olmaya başlayan Almanlar, Avrupa’nın 4. büyük ligi olarak atıl görülen Bundesliga’yı da zirveye taşıdı. Bayern son 6 sezonda 3 Şampiyonlar Ligi Finali, 1 de zaferi yaşarken, Alman alt yapılarından yetişen Schweinsteiger, Neuer, Lahm, Boateng, Kroos, Müller, Gomez, Badstuber, Alaba gibi yıldızlar hep başroldeydi. Bundesliga 45 bin ortalama ile Avrupa’nın en fazla seyirci çeken ligi olurken, ligdeki Alman futbolcuların oranı ise %60’a kadar çıktı. Ayrıca ligin yaş ortalaması 25’lere düşerken, Alman futbolcuların yaş ortalaması 24’e indi. Yabancı sayısını sınırlayarak Türk futbolcu yetiştireceğini sanan bizim federasyona sertçe bir tokat vuran Almanlar, 2010 Dünya Kupası’nın da 15 oyuncusu 24 yaş altı olan tek ve en genç takımıydı. Nitekim hepinizin bildiği üzere o kadro 2014’de de Dünya Kupası’nı kazandı.
Türkiye hala futbolda başarının ‘kelle’ sayısıyla doğru, yabancı sayısıyla ters orantılı olduğunu düşünedursun, Almanya 10 sene içinde dünyanın en verimli alt yapı düzenini kurmayı başardı bile. Kendisine fazlasıyla yetip Türkiye’yi de besleyen Almanlar, iyi futbolcu yetiştirmenin yolunun ‘iyi antrenör’den geçtiğini de çok iyi çözmüş durumda. Öyle ki Almanya, şu an 28.400 UEFA B Lisans, 5500 A Lisans, 1070 Pro Lisanslı antrenör ile UEFA’da zirvede oturuyor.